İnsan hakları ve özgürlükler konusunda çalışmalar yapan müslüman bir arkadaşımız, Hrant Dink olayına binaen bazı kişilerce ilginç karşılanan, fakat benim tepkime sebep olan bir teklifte bulunmuştu. Şöyle diyordu müslüman kardeşimiz:
"Biz müslümanlar olarak (müslümanlara ait çeşitli STK grupları altında) içeriğinde hakaret ve şiddet olmayan her tür, fikir düşünce ve ifadenin baskıya maruz kalmasını reddetmeli ve içeriğine katılmasak bile altına imzamızı atmalıyız."
Bu mantık, biz "ötekileri" savunalım ki onlar da bizi savunsun hesabına dayanıyordu. Oysa ki müslümanlar yalnızca Allah'ın hesabını yapmalıydılar.
"Peki" dedim, "eğer o fikrin, o metnin içeriğinde şiddet ve hakaret olmamakla birlikte açıkça küfür ve şirk varsa yine de altına imzanızı atacak mısın?"
Bu iflah olmaz bir paradokstur.
Demokratik haklar ve özgürlükler söylemi; temellendirilebileceği bir erdem ve ahlak ilkesine dayanmıyor. Bu noktada başörtü özgürlüğü ile çıplaklık veya eşcinsellik özgürlüğü aynı düzlemde bulunuyor. Açıktır ki çıplaklık ve eşcinsellik Allah'ın razı olmadığı konulardır ve bu durumda müslümanların da razı olması düşünülemez. Öyleyse Allah'ın emrettiği bir şeyi (başörtü), Allah'ın razı olmadığı bir şeyle (çıplaklık) aynı düzlemde nasıl savunabiliriz?
Müslümanlar şunu çok iyi anlamalıdır; "Deki benim dinim bana sizin dininiz size" ayetinin hükmü taktiktir, konjonktüreldir. Dinin temel stratejisi ve nihayi hedefi değildir. Nihayi hedef her türlü kötülük olarak betimlenen FİTNE'nin ortadan kaldırılıp dinin yalnızca Allah'a has kılınmasıdır. Bu nihayi hedefte kafirlerin dinlerini yaşamasına müsaade yoktur. Bu yüzdendir ki peygamber siyretinin ilk dönemlerinde "benim dinim bana, sizin dininiz size" diyen İslam, Mekke'nin fethinden sonra onların dinlerini tanımamış, yaşamasına müsaade etmemiş, bütün kutsallarıyla birlikte yerle bir etmiş, bütün hayat damarlarını koparıp atmıştır.
Din; Allah'tan bir hakkaniyet, yüce ahlak ve erdem üzere kurulu bir değerler sistemi inşa eder. Bu değerler sisteminin ayırıcılığında (furkan) iyilik ve kötülük ayrışır. İyilik tamamen hakim, kötülük tamamen yok oluncaya kadar mücadele devam eder. Son dinin kemale ermesiyle artık iyilik (hak) ve kötülük (batıl) kıstasları belirginleşmiş olup, kıyamete kadar da sarih olarak kalmaya devam edecektir. "Hak geldi batıl yok oldu" ayetinin hükmü bu olsa gerek...
Müslümanlar, savundukları ve mücadelesini verdikleri ilkelere bu iyilik (hak) ve kötülük (batıl) perspektifini mutlak surette eklemelidirler. Bu da daha dini/islami bir dilin kullanımını zorunlu kılıyor. Örneğin başörtüsünü dini ve ahlaki temelden hareketle savunmalı ve aynı düzlemde çıplaklık ve eşcinsellik ile de mücadele edilmelidir.
Müslümanlar, yalnızca inançlarından dolayı insanlara baskıda bulunan "ötekiler"e "biz de insanız, bize de özgürlük" mücadelesi vermemeli, "ötekiler"in de inanması için zihinsel ve enformatik baskı kurmalıdır. İbrahim'in Nemrud'a karşı; Musa'nın da Firavun'a karşı inanması için baskı kurması gibi...
"İçinizde iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir ümmet bulunsun!"
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|