Niçin yüzlerce yıllık bir "ilahi"den, "eski şarkı" diye bahsediyoruma gelince, hafta içi başlatılan "Diyarbakır mı Amed mi" tartışmalarından hareketle diyeceğim. Pek çoğumuzun tepesini attıracak başka bir öneriye de pekala sıçrayabiliriz buradan: "İstanbul mu Konstantinapol mu?" Madem ruh çağırmak için fincanlarımızı kaptık da geldik, hadi buradan da bir savaş çıkaralım… İsmine mazi mi dersiniz, tarihi bilinç mi, hafıza mı, bellek mi… Dünyayı salt bir toprak, arsa, sahra olmaktan çıkararak, ona yüksek bir ruh, mülkiyet, tapu, nüfus-nüfuz cüzdanı, kimlik bahşeden şu elleri kana, kedere, hüzne ve kahramanlık coşkusuna batmış soylu atalar ruhundan bahsediyorum… Haydi herkes kendi dedesinin muhterem kabri için, öteki’sini bir kere daha vursun… Tam bir mezarlıklar harbi içindeyiz, dedelerimizin hayaletleri yönetiyor bu dünyalar savaşını. Prens Hamlet’in sürekli konuşarak talimatlar aldığı Hayalet-Baba’sı gibi, kah kulelerin kalelerin, kah yıkıntıların höyüklerin arasından fısıldayan, şu eski ruhların sözlerine bir de biz kulak verelim, kutsal kan davamız devam etmeli! Konuyla ilgili iki önemli yazı okudum: Birisi tartışmayı başlatan Mümtazer Türköne’ninkiydi, diğeri ise Selahaddin Çakırgil’e ait… Hemen hemen birbirini tamamlayan bu iki yazı, aynı kuşaktan iki yazarın, hızlı gençlik günlerinin nice önemli tecrübelerinden sonra kaleme alınmış olmaları itibariyle de önemli… Mümtazer ve Selahaddin Bey’ler vızıldayan kurşunlar arasında koşarlarken dünyaya gelen pasif bir kuşağın üyesiyim oysa ben… Onların arkadaşlarının bir kısmı hapishanelere gönderilip, diğer bir kısmı asılırken de akranlarımla birlikte ilkokula giden bir çocuktum… Demem o ki; "hatırla sevgili" benim için romantik bir arkası-yarın’dır. O kadar… Dünün en hızlı milliyetçileri, en süper solcuları, en gayretli akıncıları, bugünün en hızlı hükümet danışmanları, en süper zenginleri, en gayretli işadamları, liberalleri, demokratları, yöneticileri, servet ve erk sahipleri oldular. Böyle olunca da elbette toprağa isim vermek, onların hakkı oluyor. Yani az evvel de dediğim gibi onlar "kurtuluş" için ölürken, ben ve akranlarım Cin Ali kitabını hecelemekle meşguldük, şimdi kalkıp da Diyarbakır mı yoksa Amed mi, İstanbul mu yoksa Konstantinapol mü diye bana soracak değiller, zira ben hâlâ kitap okuyorum… Kayıp x neslinin silik bir ferdiyim… Bu başarılı ve yönetici kuşağa hayret ederek bakıyorum. Dün uğruna ölümleri göze aldıkları ideallerini, bugün tamamen terk ederek başka ve yeni ideallerden söz açıyorlar. Ama bugün ileri sürdükleri "başka ve yeni" ideallerin de bir bedeli var. Yani her halükârda kanla ödenecek bir bedele bağlı, peşinde koştukları veya koşulmasını öngördükleri idealler… Belki de "devlet" zaten böyle bir şeydir. Bilmiyorum. Ben toprak ve toprağa verilecek isim konusunda hiç hakkı olmayan biriyim. Zira büyükannelerimin annelerinden önceki her fert, bugün sınır-dışında yatmaktadır. Yani tapu kadastro işlerinde bir tüy kadar zayıfım. Dolayısıyla Diyarbekir mi Amed mi sorusu bana yabancıdır. Benim bildiğim, işittiğim; gavur işgaline karşı cepheden cepheye savrulan erkeklerle, yakılıp yıkılmış şehirlerden bir gece vakti kağnıyla ricat etmiş kederli kadınların anlattığı kadarıyladır: "Minareleri görene kadar hiç durmadan yürüyeceksin kızım!" "Peki haminne!"… Tamam da, Minareler nerede? Minarelerin tapusu var mıdır? Minarelerin nüfus cüzdanı, Minarelerin vergi numarası, Minarelerin kan grubu olur mu? İşte bu "Ölü Seviciliği"dir, yukarıda bahsettiğim ilahiyi, tedavülden kalkmış eski bir şarkı eyleyen… Dünya dedikleri hani bir gölgelikti? Al, toptan senindir bu mezbahane, al, ismini koy, tapusunu yaz, nöbetçini dik, sınırlarında da ve kafatası kontrolü yap, kanı tutmayanları içeri sokma! Onlar nasılsa kitap okuya okuya yürür geçerler, Minareleri görene kadar. Diyarbakır Ulu Cami’nin ihtiyar ve bilge minareleri ile Süleymaniye’nin kusursuz kubbesini, bir çocuk safiyetiyle özlediğini hayal ettiğim Selahaddin Bey, öyle zannediyorum ki muhacirlerin yürek sızısını hepimizden çok iyi bilir. Minarelere çok var mı Selahaddin Ağabey, daha ne kadar yürüyeceğiz, biz vardığımızda kardeşlerimiz bizi içeri koyacak mı?
[ Arşivle! ]
[ Yazdır! ]
[ Postala! ]
|